Milena’ya Mektuplar Kitabı Alıntılar
Franz Kafka’nın Unutulmaz Aşkı Olan Milena
Franz Kafka’nın ölümünden önce kaleme aldığı “Milena’ya Mektuplar”, yazarın duygusal derinlikteki ifadesiyle dikkat çeken özel bir eserdir. Kafka, bu mektuplarda sadece düşünsel derinlik ve varoluşsal meselelere odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda Milena’ya duyduğu yoğun duyguları da içten bir şekilde aktarır. Kitap, Kafka’nın Milena’ya olan aşkını, ona duyduğu özlemi ve bu duyguların yarattığı içsel çatışmaları içerir.
Her bir mektup, Kafka’nın Milena’ya olan hislerini samimi bir dille ifade ettiği duygu yüklü bir yolculuğa dönüşür. Yazar, aşkın, yabancılaşmanın ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını ele alırken, bu duygusal derinlik okurları etkileyici bir şekilde sarar. “Milenaya Mektuplar“, Kafka’nın duygu ve düşüncelerini yoğun bir şekilde yaşadığı bir döneme ayna tutar ve yazarın iç dünyasına duyulan merakı tatmin etmek isteyen okurlar için özel bir anı niteliği taşıdır.
Milena’ya Mektuplar Sözleri ve Alıntılar
“İki şey bekliyorum sizden: Ya sürecek sessizliğiniz, bu demektir ki: ‘Üzülme, iyiyim.’ ya da yazacaksınız bana.”
“Düşsüz uykular gibi ağır, can-sıkıcı, yorucu”
“oysa ben bütün vaktimi, bütün vaktimden daha çoğunu, yeryüzünün bütün vakitlerini sana ayırmak istiyorum, seni düşünmek, seni yaşamak için.”
“eski, geçmiş bir anı bu, yenilenmemeli, gömülü kalmalı.”
“Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla.’ dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”
“Başımın içi bir tren istasyonunu andırıyor: bir sürü tren kalkıyor, geliyor, gümrük işleri, sınır yoklaması…”
“Gülünç denecek kadar acınacak insanlarız.”
“Sağlamlar hasta kişilerin semtine uğramazlar, hastalar da yüz çevirmiştir sağlıklı kişilerden.”
“Uyumayınca insan, ne sorduğunu bilmeden sorar. Durmadan sormak gelir insanın içinden, uyuyamamak demek, bir şeyler öğrenmek demektir. Zaten; sorulara karşılık bulunsa kaçar mı kişinin uykusu?”
“Yorgunum, diyeceğimi de unuttum, başımı dizlerine koysam, elini duysam saçlarımın üstünde… Şahane olurdu, ölünceye dek kalabilirdim öyle.”
“Bir şey söylemeyeceğim bugün sana, büyük koltuğa oturtacağım seni, o kadar. (Yeterince sevgi gösteremedim sana, diyorsun; daha ne yapacaktın Milena? Oturmama izin verdin, karşımda oturdun, yanımdaydın. Bundan büyük sevgi, saygı olabilir miydi hiç?) Şimdi de ben seni oturtuyorum koltuğa, mutluluğumu anlatabilir miyim sözcüklerle? Ellerime, gözlerime, zavallı yüreğime nasıl anlatayım burada olmanın mutluluğunu? Benim olmanın mutluluğunu? Oysa tutkunluğum sana değil, senin sağladığın yaşamı, yaşama sevincini seviyorum.”
“içi insanlarla dolu büyük büyük evler… Gene de tek odada bir başına olmak, bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı ve kimi zaman yalnız kalabilmek, mutluluğun ilk koşulu. (Ne var ki, önce yaşamam gerekir, yoksa evim olmuş, yurdum olmuş kaç para eder? Bir çift canlı, parlaklığını nereden aldığı bilinmeyen mavi gözü görebilir miydim yoksa?)”
“Karşılıklı kapıları olan bir odadayız sanki. Ellerimiz kapı tokmaklarında, karşıdakinin bir göz kırpışı berikini kaçırmaya yetecek; hele bir söz edecek olsa, öteki kapısını kapamış gözden yok olmuştur, biliyorum. Açacak kapıyı gene elbet, bu öyle bir oda ki, bırakılamaz belki de. Biri ötekine benzemese bu kadar, rahat olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa, odayı düzene sokacak yavaş yavaş; ama hayır, o da kendi kapısının önünde öteki gibi davranıyor. Kimi vakit ikisi de kapının ardına kaçıyor ve bu güzel oda bomboş kalıyor.”
“Dış görünüşün vız geliyordu bana, sözlerine önem veriyordum yalnız…”
“Yardım et bana! Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.”
”Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben? İçinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam. Sen de anlamazsın. Ben bile anlamıyorum ki başkasına nasıl anlatırım?”
“Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene, yanımda yürümüştün! aşık biri için ne büyük nimet değil mi?”
”…Ah Milena , bugün yağmur göz kapaklarıma yağıyor..”
“Sanki bir hafta boyunca bir çiviyi kayaya çakmakla görevlendirilmişim, üstelik çivi de çiviyi çakan da benim…”
“Sevgili Bayan Milena, Size önce Prag, sonra da Meran’dan yazmıştım. Henüz bir cevap alamadım. Esasında yazdığım notlar öyle acil cevap gerektiren şeyler değildi . Eğer suskunluğunuz iyi olduğunuza dair bir gösterge ise, ki bu durumda insanda genel-likle yazmaya karşı isteksizlik ortaya çıkar, o zaman kaygılanmama gerek yok.”
“Mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken, seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? Neden değilim?”
“Seni seviyorum demedi, ama şöyle bitirdi mektubunu; kanadından öpüyorum kalbimin kuşu.”
“Bir gün gerçekten ihtiyacım olduğunda ve senden gelmeni istediğimde, hemen geleceğin umudu kalsın bende ama şimdi gelmesen daha iyi çünkü yine gitmek zorunda kalacaksın.”
“Başımın üstünde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak.”
“Bazen düşünüyorum da eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmem gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm.”
“Bütün vaktimden daha çoğunu, yeryüzünün bütün vakitlerini sana ayırmak istiyorum!”
“İnsanlara katlanamadığımı ve bundan çok utanırdım. Ama şimdi sen, bana katlanılmaz gelenin hayat olmadığını gösteriyorsun.”
“Senden daha safını görmedim. Sana elimi uzatmaya cesaret edemem küçük kız; bu kirli, titrek, pençeyi andıran, dengesiz, kararsız, soğuk soğuk terleyen eli.”
“Hüzünlü öpücükler seni rahatlatıyor. ‘Hüzün’ dudakları son kez birleştiriyor ve ayırmak istemiyor.”
“Hayat beceriksizce hazırlanmış bir ziyafettir, insan sabırsızca aperatifleri beklerken, fırından çıkan ana yemek sessiz sedasız gelip geçmiştir bile, insan kendini buna göre hazırlamalı.”
“Milena, başınızı ellerimin arasına alıp gözlerinize bakmak istiyorum; ta ki kendinizi karşınızdakinin gözlerinde görüp tanıyıncaya kadar.”
“Daha iyi ya, yüreğimin kuytusunda birazcık küslük bulunsun size karşı, dengeyi sağlar.”
“Bahçenin bir köşesinde açılır kapanır sandalyelerden biri dursa diyorum, yarı gölgelik bir yerde.”
“Bu öyle bir mutluluk ki, insan bu mutluluğun artık devam edemeyeceğini anladığı sinir ve karmaşa labirentine düşene kadar aynı mutluluğu yaşayarak dönüp duruyor.”
“’..ve sen gelmiyorsun çünkü gelmeye kendin ihtiyaç duyana kadar bekliyorsun.”
“Bir adam kendi pisliğinde ve ölü yatağının pis kokuları içinde yatıyordur, meleklerin en kutlusu olan ölüm meleği gelir ve ona bir bakış atar. Bu adam ölmeye cesaret edebilir mi?”
“Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı nasıl sırtımda taşırım ben? İçinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam. Sen de anlamazsın, ben bile anlamıyorum ki başkasına nasıl anlatırım?”
“Ne dersiniz, pazar gününe kadar bir mektup alır mıyım sizden?”
“Çünkü bizler genellikle iyi olduğumuz zamanlar susarız.”
“Mektuplarımda sizi bir şekilde kırmış olmalıyım.”
“Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum ve tek istediğim yüzümü kucağına koymak, ellerini başımın üzerinde hissetmek ve sonsuza kadar öyle kalmak.”
“Ne tuhaf… Yüzünüzü bütün ayrıntılarıyla getiremiyorum da gözümün önüne, pastanede, masaların arasından geçip gidişinizi çok iyi anımsıyorum. Biçiminizi, giysinizi görür gibiyim.”
“Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem yersiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız; bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, böyle ise sevinmem gerekir.”
“Hiçbir çarem kalmadı, beynim hiçbir duygu ve düşünceye katlanmıyor artık, hiçbirini almıyor, hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey anlamıyorum; sanki bu aylarda başıma korkunç bir şey gelmiş gibi hissediyorum ama ne olduğu konusunda pek bir bilgim yok. Dünyaya ilişkin en ufak bir fikrim yok; sadece, bilincimden kaçan şeyi bir şekilde bilinç düzeyine çıkarırsam, kendimi öldüreceğimi hissediyorum.(..)”
“On sekiz gündür elimi işe sürmedim, yalnız sana yazdım, senden gelen mektupları okudum, pencereden dışarısını seyrettim; ellerim mektup tuttu yalnız, mektupları masaya bıraktım, gene aldım, sonra beni görmeye gelenlerle çene çaldım, başka hiç, hiçbir şey yapmadım.”
“Peki, hiçbir şey fark etmiyorlardı, dünyalarına benim varlığımla ilgili hiçbir şey girmiyordu, onlar için sütten çıkmış ak kaşıktım, varlığımın yolu, benim yolum, dünyalarının dışından geçiyordu; bu varlık bir ırmaksa, en azından ırmağın güçlü bir kolu dünyalarının dışından geçiyordu.”
“Veda etmiyorum. Pusuda bekleyen yerçekimi beni çekip aşağıya almadığı sürece bu bir veda değil. Ama sen yaşadığına göre, bunu nasıl yapabilir ki.”
“İnsan yaşamaya bir süre daha devam etmeye karar veriyor, en azından bir öğle sonrası boyunca, bu meseleyi tamamen unutana dek.”
“Yaşım, tükenmişliğim ve tüm bunların ötesinde korkularım; diğer taraftaysa senin gençliğin, canlılığın, cesaretin, anla beni…”
“Benden samimiyet beklemeyin. Kimse benden benim kendimden istediğimin daha fazlasını bekleyemez.”
“Bazen sanki karşılıklı iki kapısı olan bir odadaymışız gibi hissediyorum, ikimiz de kendi kapı kolumuzu tutuyoruz ve birimizin göz kırpmasıyla diğeri hemen kendi kapısının arkasına geçmiş oluyor bile. Hele birisi diğerine bir söz söyleyecek olsa, diğeri kapıyı kapatmış ve çoktan gözden kaybolmuş oluyor.”
“Ben o kadar dayanıklı değildim. O sadece acı çekiyor bense hem çekiyor hem de çektiriyordum.”
“Doğru olduğunu bildiğim şeyi, beni incitecek olmasına rağmen söylemek istemem benim aptallığım.”
“Daha fazla ilerleyemeyeceğini, öncekinden daha gergin, daha kafası karışık bir halde kendi içindeki labirentte koşup durduğunu fark ettiği o parlak ana ulaşıncaya kadar.”
“Anlayacağınız üzere beynim, üzerine binen acı ve endişeli artık kaldıramayacak duruma gelmişti.”
“Eğer suskunluğunuz iyi olduğunuza dair bir gösterge ise, ki bu durumda insanda genellikle yazmaya karşı isteksizlik ortaya çıkar, o zaman kaygılanmaya gerek yok.”
“Uyku en masum varlıktır, uykusuz insansa en suçlusu.”
“Az kalsın, yalan söylememi sağlayacak üçüncü bir şeyi unutuyordum: yanımda olman. Fakat o zaman bu, dünyanın en masum yalanı olurdu.”
“Elinden gelen her şeyi yapıp güzelleştiremediğin yerleri terk etmek seni kötü biri yapmaz Milena.”
“Böyle gevezelik etmemin tek sebebi, her şeye rağmen senin yanında kendimi iyi hissetmem.”
“Sevgili Bayan Milena, günler o kadar kısa ki, sizinle ve önemsiz birkaç ufak işle hemen bitiveriyor. Gerçek Milena’ya yazmak için neredeyse hiç zaman kalmıyor, zira daha gerçek olanı bütün gün burada; odamda, balkonda, bulutların arasında oluyor.”
“Her şeye rağmen, mutluluktan ölünebiliyorsa, o zaman kesinlikle bu şekilde öleceğim. Ayrıca, ölüm döşeğindeki biri, mutluluk sayesinde hayata tutunabiliyorsa o zaman ben de hayatta kalacağım.”
“Milena yardım et bana! Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.”
“Ara sıra ‘sadakatsizlik’ etmesinin ne önemi var. Sadakatsizlik bile sayılmaz bu, çünkü ikiniz aynı yolda yürüyorsunuz ve o yalnızca bu yolda biraz sola kayıyor; senin en derin acının içine en derin mutluluğu da akıtmaktan vazgeçmeyen bu ‘sadakatsizliğin’ ne önemi var, benim sonsuz bağlılığımın yanında bu ‘sadakatsizliğin’ ne önemi var!”
“Evet, ben ondan oluşuyorum ve belki de bendeki en iyi şey o. Ve bendeki en iyi şey o olduğu için belki senin sevdiğin tek şey de o. Yoksa, bende başka öyle sevilmeye değer ne olabilir ki… Ama bu, sevilmeye değer.”
“Sustukça birikiyor içimdeki kelimeler, sanki çığlık çığlığa söyleyemediklerim.”
“Çok yorgunum aşktan, kederden çaresizlikle cebelleşmekten o kadar yorgunum ki…”